Şu beyin zeki organ. Kapalı kutu falan da değil. Basbayağı etkisi ortada. Ama gören gözler için. Çocuklar ve anne babalarla ilişkiler söz konusu olduğunda, son dönem çalışmalar artık psikolojinin nörobiyolojik temelleri üzerinde durmakta. Bebeklikten bu yana, içinde bulunulan ailedeki yetişkinlerin "beyinlerinden yansıyanlar", çocuğun kendiliğini geliştiriyor, aynı zamanda çevresindeki yetişkinlerin "beyinlerini" etkiliyor. Bebeğin kendiliğini oluşturan en esas birim olan beyin, gelişmek ve büyümek için bir yetişkin beynine ihtiyaç duymakta. İnsan insana ilişkiyle büyürüz derken aslında, "beyin beyine ilişkiyle" büyüyoruz dersek bu yanlış olmaz.
Bizlerin, doğumumuzdan hatta doğumumuzdan çok daha önceden itibaren kendilik gelişimimiz başlıyor. İlişkisel bir yapıyla dünyaya geliyoruz. Son dönemde, genetik bilimi araştırmacıları da, kendilik gelişiminde genlerden çok, ilişkiler ve kaliteli temas deneyimlerinin, çocuklar üzerinde ne kadar yoğun etkili olduğu üzerinde durmaya başladı. Yaşadığı ilişkilerden sağladığı deneyimler yoluyla zihinlerinde şekillenen algılar, bir çocuğun kendiliğinin büyüme ve gelişmesindeki en önemli şey.
İlişkisel alt yapı demişken, bu tam olarak nedir?
Maymunlar üzerinde 90'lı yılların başında yapılan "ayna nöron" çalışmalarından kısaca söz etmek yararlı olabilir. Buna göre, birinin bir davranışı gerçekleştirirkenki beyin faaliyetiyle, onu izleyen diğerinin beyninin faaliyeti birbiriyle aynı. Yani, birisinin bir şeyi yaşamasını izlemek de, kendimiz yaşıyormuşuzcasına bizi etkiliyor. Beyinlerimiz arasında görünmeyen bir ayna var diyebiliriz. Karşılıklı durduğumuzda, iki beyin birbirine dokunuyor. Onda ne varsa ona da geçiyor. Bende üzüntü varsa, karşıya da onu veriyorum. O beyin benden alıp, tekrar şekillenip, yeniden bağlanıyor. Zincirleme ve sürekli. An be an. Normal şartlarda, beynimizin "bağlanma sorunu" yok aslında. Ne görüyorsa karşısında o an; ona eş zamanlı bağlanıyor. Küçükten büyüğe her beyin için geçerli bu etkileşim. Ama konumuz çocuklarsa, onların beynini bir düşünmeli. Bunu düşünürken de, çocuğun ruhsal durumunu, anne ve babanın, kendi içinde bulunduğu ruhsal durumdan çok da bağımsız düşünmemeli.
Bakım verenin beyninin işlevi nasılsa, aradaki görünmeyen aynayla bu çocuğun beyniyle bağlanır. Yani çocuğun ihtiyacı ve duygusu nasılsa, anne-babanın ve diğer bakım veren kişilerin de bu ihtiyaç ve duyguya ne kadar eşlik edebildikleri oldukça önemli. Çünkü, ebeveynin desteği ve eşliği sadece çocuğa iyi gelmiyor, çocuğun "iyileşen" beyin aktivitesi ve ruhsal hali, ebeveyni de etkiliyor.
Bizim her duygu ve düşüncemiz, beynin farklı pek çok hücresinin, alanının, yollarının bir arada çalışmasıyla ortaya çıkan yaşantılar.Bu açıdan bakarsak, örneğin bir çocuğun üzülmesi durumunda bu üzüntünün yaşanmasına temel sağlayan işlevler ve alanlar belirlidir. Çocuğun üzüntüsünü "gören", "duyan" ebeveynlerin beyninde de, benzer beyin alanlarının etkilenmesi beklenir. Bu sayede, üzüntünün içeriğini anlayıp, çocuğun duygusunu yaşamasına izin verip, uygun bir destek verebilmeleri mümkün olur. Yani, çocuktan daha "az" ya da daha "fazla" bir duygu yaşamaksızın, onun yanında bulunabilme. Bir anlamda dans gibi. Ayağına basmadan, uzakta da durmadan. Beatrice Beebe adlı araştırmacı, 4 ila 12 aylık bebekler ve anneleriyle yaptığı bir çalışmada sözü edilen beyin ve kendilik gelişiminin öneminden bahseder. Yaptığı deneylerden birisinde, sızlanmakta olan bir bebeğin, bu huzursuzluğu üzerinde durmaksızın ona sadece gülümseyip bebeğin ayağıyla oynayan bir anneye karşı, bebeğin yüz ifadesinin daha da olumsuz hale geldiğinden söz eder. Buradaki gülümsemenin, eşliksiz ve “anlamsız” olmasından dolayı, bebek tarafından karşılanmaması ve dolayısıyla anneye de olumsuz yansımanın geri dönmesine vurgu yapar.
Peki nedir bu deneylerin anlamı?
Bir çocuğun yaşadığı pek çok değişik koşul için pek çok farklı duygusu olabilir. Önemli olan, o duyguları yaşarken yanında olabilmek, bunlara yer açmak ve onu utandırmamak. Üzülen bir çocuğun karşısında, onu güldürmeye çalışan ebeveyn, her ne kadar "iyi" niyetle bunu yapsa da, bunun çocuğa olumlu bir katkısı olmaz. Kızan bir çocuğun karşısında, kızgınlığın derecesini "azaltma" adına onu görmezden gelmek, öfkesini daha da artıracaktır. Görünen etkilerin yanı sıra, gözle görülmeyen beyinler arası etkileşimde, ebeveyn ve çocuğun frekansının ortak olarak tutması beklenir. Öfkeye karşı duyarsızlık, üzüntüye karşı neşe, kaygıya karşı akıl verme, frekansı bozan etkilere karşı belki ilk akla gelebilen örnekler. Yani, ebeveynler olarak sizlerin psikolojik sağlığı, duygusal süreçleri ne kadar "sağlıklıysa", bu, çocuğunuzun sürecini de o kadar etkiliyor. Ebeveynler olarak siz nelere dikkat edebilirsiniz?Beyninize iyi bakmak: Kendi içinde yaşadığınız koşullara, bu koşullara tepkilerinize, hangi duyguları daha çok fark ederek yaşadığınıza dikkat edebilirsiniz. Sizin yanınızda ve sizinle birlikte "büyüme ve gelişme" sürecinden geçen çocuğunuz da, bu sayede kendi duygularını, tepkilerini daha fazla ayırdedebilir.Ortadan kaldırmaya çalışmadan beklemek: Duygularla ilgili yaşadığımız en gerçek şeylerden birisi, onları tüketttiğimiz. Ne hissediyorsak, o bitene kadar bunu hissedeceğimizi bilmek bize iyi gelebilir. Aynı şey çocuklar için de geçerli. Üzüntüsünü, öfkesini, endişesini hızlı bir şekilde ortadan kaldırmaya çalışmak, bunların süreç içerisinde daha sık ve yoğun miktarda tekrarlanarak yaşanmasına neden olacaktır. Çocuğunuza destek olarak, duygusunu ve davranışını daha çok fark etmesini sağlamak, onun yaşadığı zor durumdan daha sağlıklı ve "büyüyerek" çıkmasına yardımcı olacaktır.Ebeveynler olarak sadece siz çocukların büyüme ve gelişmesinde etkili olmuyorsunuz; onlara yaşattıklarınızdan çıkan etkileri, size yansıtarak, sizin davranışlarınızı da değiştirip, geliştiriyorlar. Aslında burada büyüme ve gelişme, yaşam boyu devam eden ve en önemlisi birlikte var olan bir süreç. Bu açıdan, karşılıklı ve birlikte büyüme ayrıcalığını keyifle yaşamanın elinizde olduğunu hatırlamak yarar sağlayabilir.
Comments